İnsanoğlunun yeryüzüne indiği an itibariyle, hayatta kalmak için ürettiği, keşfettiği, icat ettiği ve yaptığı şeyleri düşünmek ister misiniz?
Hayatta kalmak için fiziksel gücün olmazsa olmaz olduğu döneme, Daha çok içgüdüsel olarak başlayıp, deneme-yanılma yollarıyla öğrenmelerin olduğu döneme…
İnsanoğlunun hayatta kalmak için neyi nasıl yemesi, dinlenmek için kaç saat ve ne kadar uyuması, neyi nasıl ve hangi aralıklarla tüketmesi gerektiğini bilmediği döneme, bir gitmek ve düşünmek ister misiniz?
İnsanların, cinsiyet farklılığının ne olduğunun farkında olmadan sadece, içgüdülerinin onlara öğrettiği hisle hareket ettikleri dönem. 'Güçlü olan kazanır. Dolayısıyla hayatta kalmak için güçlü olmak lazım.'.
…….
Güç’ün herkes için genel geçer bir tanımını yapabilmek oldukça zordur. Önemli olan, her insanda hem güçlü, hem de güçsüz yönlerin var olduğu gerçeğini unutmadan hareket edebilmektir. Örneğin çok ağır şeyleri taşıyabilecek güce sahip olabilirsiniz, fakat sizden daha ince, daha zayıf görünümlü olan biriyle yaptığınız bilek güreşinde ona yenilme ihtimaliniz yüksek olabilir.
Aklınız sizin en güçlü yönünüz olabilir. Fakat sizden daha az akıllı biri, sırf cesaretli olduğu için sizin istediğiniz hayatı, sizin yerinize yaşayabilir.
Çok yaratıcı bir kadın olmak sizi güçlü yaparken, hiçbir yaratıcılığı olmayan bir kadının, feminen yaklaşımındaki yüksek etki karşısında güçsüz ve zayıf hissedebilirsiniz.
İletişim gücü çok güçlü olan bir adam olmanız, sizi iş disiplini çok güçlü olan başka biri karşısında zayıf yapabilir.
Diğer taraftan, dünyayı çok net görebilmek ve algılarınızın çok açık olması, sizin en güçlü yönünüzken, gözleri görmeyen birinin hayal gücü ve sanata olan yatkınlığı karşısında ondan güçsüz olabilirsiniz. Dolayısıyla nasıl ki doğada hiç bir form ve canlı, eşit yaratılmadıysa, insanlar da dünyaya geliş nedenleri dahil olmak üzere, aynı denklikte dünyaya gelmezler ve eşit de değildirler zaten. Çünkü hepimiz tıpki hayvanlar ve çiçeklerde olduğu gibi, birbirimizle karşılaştırıldığımızda farklılık yaratacak özelliklere sahibiz.
Düşünebiliyor musunuz hiç, çocukluğumuzdan beri “Seviyor mu? Sevmiyor mu? diye, ortadaki güneş görünümündeki kadifemsi sarı yapısını çevreleyen püskülümsü yapılarını kopartarak baktığımız papatya çiçeği falını, bir orkide çiçeğinde yapabileceğimizi? İkisinin de kendini en güzel gösterdiği mevsim, işlevi ve uzunluğu farklıdır.
Einstein’in söylediği gibi;
“Aslında herkes dahidir. Ama siz bir balığı, ağaca tırmanma yeteneğine göre yargılarsanız, tüm hayatını aptal olduğuna inanarak geçirecektir.”.
Dolayısıyla aslında gerçek adalet, her bireyin içinde bulunduğu koşul ve imkanlar dahilinde, sahip olduğu mevcut özelliklerinin içinde, başka biriyle karşılaştırılmadan değerlendirilebilmesi ve mevcut güçlü yönlerini kendisinden esirgemeyen insanlarla paylaşabilmesidir. Gerçek adalet budur. Ne tek taraflı “veriş”, ne de tek taraflı “alış”ın olduğu bir hayattır, adaletli hayat. Herkesin kendi sınırları içinde yapabildiğini yapabilmesi, en azından çaba göstermesidir.