Dünyaya ilk geldiğimiz an itibariyle, tanımaya anlamaya çalıştığımız insanlar anne ve babamız...
Onlarla birlikte hayatı, aileyi, aşkı sevgiyi ve insanı anlamaya başlarız. Dolayısıyla Baba ve anne hepimizin hayatında çok önemli bir etkiye sahiptir. Nasıl erkek, ya da nasıl kadın olunacağı... ya da nasıl bir ilişki yaşayacağımızı, duygularımızı nasıl ifade edeceğimizi onları model alarak, gözlemleyerek öğreniriz.
Her ne kadar anne ve babamız bize farklı nasihatlarda bulunsalar da, öğrenme daha çok fiziksel olarak gerçekleşir ve beyin gördüğü şeyi taklit ederek vucuda öğretir. Ve bizler de, refleksif bir şekilde aynen anne ve babamız gibi davranırız.
Ebeveyn rolleri ve bunun etkileri üzerine yapılan araştırmalarda, baba rolünün yok sayıldığı ve ebeveyn denilince akla sadece annenin geldiği üzerine bir takım saptamalarda bulunulmuştur. Anne daha çok ön planda olan, yönlendiren, konuşan, algılayan ve çözüm üretmeye çalışanken, aynı zamanda eşiyle çocuk arasındaki iletişimde arabuluculuk yapan pozisyonundadır.
Bu sebeple, her çocukda, olmayan ve ne olduğunu merakla beklediği baba figürüne karşı inanılmaz bir merak vardır. Ve o merakı çözmeye doğru sürekli akar gider... Derken sürekli birşeyleri çözmeye çalışan kişi haline gelir...
Ebeveynleriyle olan ilişkileri dışında da, kız arkadaşıyla olan ilişkisinde, çocuğuyla olan ilişkisinde, arkadaşıyla olan ilişkisinde hep gizemli ve merak uyandıran şeylerin peşinden gider durur... Sonra bir sürü karmaşanın içinde kafası daha da karışarak varsayımlar zincirinde hapsolan biri haline gelir...
Bu tabii ki sağlıklı birşey değildir. Çünkü varsayımlarla , gerçek arasında çok önemli farklılıklar vardır. Varsayımlar sizin zihninizde sonsuz olasılıklarla tahmin ettikleriniz ve sizi çok yoran şeylerdir. Gerçek ise tekdir. Kişi söylemek isterse söyler, ya da göstermek isterse gösterir.
Babanızda ya da annenizde merak ettiğiniz soruların cevaplarını onlardan bir şekilde alabilirsiniz. Bu cevaplar sizi tatmin etmiyor ve çözmek, daha çok anlamaya çalışmak için takılıkalıyorsanız, orda sorun var demektir.
Hiç düşündünüz mü, sağlıklı düşünebilen bir anne ya da baba çocuğunun aklının onda kalacağını bile bile sorularını neden cevaplamaz?
Bissürü nedeni olabilir pek tabii ki, fakat hiçbiri sağlıklı değildir. Çünkü çocuk her şekilde anne ve babasının iyi ve huzur içinde olduğunu bilmek ister. Ancak o şekilde kendisine daha rahat konsantre olabilir. Eğer anne ve baba bunun farkında değilse, çocuğundan daha çok kendisine ve kendi ihtiyaçlarına konsantre bir ebeveyndir. Dolayısıyla orda ciddi bir sorun zaten varlığını gösterir. Çünkü ebeveyn, kendi ihtiyaçlarındansa, çocuğunun ihtiyaçlarını ön planda düşünmesi gerekliliğinin, ebeveyn sorumluluğu ve bilincinden geldiğini bilmek zorunda olan kişidir.
Peki ama eğer ebeveynler bunun farkında değilse?
Cevap: Başkalarını anlamaya ve çözmeye çalışmaktansa, kendisine konsantre olup kendisini anlamaya çalışmalıdır. Çünkü ancak o şekilde, bu hayatta ne istediğini ve ne istemediğini keşfetme şansı olur.
Her çocuk kendi anne ve babasında eksikliğini hissettiği şey, herneyse onu tamamlamaya çalışarak çocuğunu yetiştirir. Doğru anne ya da doğru baba, diye bir kavram yoktur. Çünkü doğru ve yanlış kişiden kişiye değişir.
Psikanaliz ve psikoloji tarihine adını yazdırmış Freud’un çocukluğuna birlikte bakalım. Azınlıkların hırpalandığı dönemde Viyana’da yaşayan yahudi kökenli bir ailenin çocuğudur Sigmund Freud. Freud, bir gün babasıyla birlikte yolda yürürken, bir grup insanın hakaretine mağruz kalır. Freud’un babası, siyah kıyafetleri ve kasketinin içine kendisini biraz daha saklayarak, çocuğunun elini iyice tutar ve kendine doğru çeker...
O anda Freud, bu durumdan nefret eder ve kendi kendine “ben asla babam gibi, başkalarının beni aşağılamasına ve ezmesine izin veren biri olmayacağım.” der... ve resimlerine de baktığımızda, sürekli tek kaşı kalkık, elinde purosu olan ve hayata meydan okurcasına hareket eden, biri izlenimiyle bize kendini tanıtır....
Aradan zaman geçer ve Sigmund Freud’un çocukları olur. İçlerinden biri Anna Frued. Anna, babasının sağ kolu şeklinde Freud'un çalışmalarına eşlik eder. Anna yaptığı çalışmalarla, babası gibi psikanaliz camiasında adı duyulur biri haline gelir. Aradan zaman geçer ve Anna Freud der ki “Babam hayattaki en kıymetli şeylerden biri olarak kendi mesleğini görüyordu, benim de onun gibi olmam için uğraştı ve beni özgür bırakmadı... Ben kendi çocuğumu özgür bırakacağım.” der, kendi çocuğuna babasının kendisine davrandığından daha farklı davranır...”
Uzun lafın kısası, adınızı tarihe yazdıran biri de olsanız, bu hayatta ‘mükemmel insan’ diye bir kavram yoktur. Her insanın eksik noktaları da, artı noktaları da vardır. Her insan ebeveynleriyle olan ilişkisinde birşeyleri daha farklı yapmaya, tamamlamaya çalışır. Çünkü büyürken konsantre olduğu şey, eksiklğini duyduğu şeyi nasıl tamamlayacağı yönünde gelişir. Tamamladığı an itibariyle de, kendi doğru ve kendi yanlışlarına göre çocuğunu yetiştirir.
Bazen insanlar, anne ve babalarıyla ilgili eksikliklerine konsantre olarak düşünürler, “neden ben eskisi kadar çok sevmiyorum babamı ve annemi?” diye... Yanıtı basittir aslında... Çünkü O anne ve babanın size sunduğu artılardansa, daha çok eksilere konsantre oluyorsunuz...
Düşünsenize 8 çocuklu bir ailenin üyesi olan Sigmund Freud’un kendisine çalışması için daha iyi bir aydınlatma imkanı sunabilmek için, içinde petrol lambası bulunan evin tek odası verilmiş. Ve ailenin diğer bireyleri mum kullanmak zorunda kalarak, 3 yatak odasına sığmak zorunda kalmışlar. Diğer taraftan ailesini çözmeye çalışırken hayatımıza, tarihe ve bilim literatürüne adını gururla yazdıran, önemli bir ilim insanı olmuş… Çok kıymetli değil mi?
Biliyor musunuz hep düşünürüm kendi kendime… Acaba Freud, çocukluğuna dair babasıyla ilgili hatırladığı hikayede, kendisine hakaret eden kalabalığa boyun eğerek, sessiz kalan babasının, aslında oğlunu korumak adına öyle davrandığını fark ettiği için mi “Özür dilemek, senin haksız olduğun, karşı tarafın haklı olduğu manasına gelmez. Verdiğin değerin egondan yüksek olduğunu ifade eder.” diye bir kıymetli cümle kurmuştur, diye…
Sonuç olarak, Psikanaliz tarihine adını yazdıran Freud dahi kızı Anna tarafından eleştiri almış bir babadır. Burda önemli olan nokta, hiç kimsenin mükemmel olmadığı bilinciyle, çocuklara verilebilecek en kıymetli şeyin 'sevgi' olduğu bilincini oluşturabilmektir.
Çünkü her ne yanlış yaparsanız yapın, eğer çocuğunuza öyle ya da böyle, bir şekilde sevgiyi hissettirmişseniz, o çocuk zaten yanlış ve doğruyu görür... Anne ya da baba fark etmez... ebeveyn anne de, baba da olsa çocuk onlardan şevkat, güven ve sevgi duygusunu almak ister...
Çocuklarınızı anne baba sevgisinden, ilgi ve alakanızdan eksik etmediğiniz sürece, güçlü bir nesli, dimdik yetiştiriyorsunuz demektir. Çünkü hayatta sevgiden daha güçlü hiçbir duygu yoktur.
ENA