Nazar kelimesinin geldiği kökene bakıp incelediğimizde karşımıza “evil eye” gibi “şer ya da kötü olan bir göz” anlamı olan bir açıklama çıkar.
Negatif bir anlamı olan birşey negatif bir enerjiyi nasıl yok edebilir ki?
Peki ya size başka bir soru daha... Bizi bu olumsuz negatif düşüncelere karşı koruduğu düşünülerek geliştirilmiş nazar boncuğunun, neden “hipnotize edici” şekilde çizilmiş olabileceğini hiç düşündünüz mü?
Dikkatli bakarsanız, içiçe geçmiş halkalar, noktalar zinciridir... dikkatli baktığınızda ve bakmaya devam ettiğinizde aslında sizi içine alan bir girdap misalı önemli bir etkisi olduğunu görürsünüz.
Bu konuyla ilgili yazılanlara ve söylenilenlere baktığınızda “Nazar boncuğu” diye, pek çok cam ustasının ya da fabrikada, makinelerin başında çalışan emekçilerin meydana getirdiği bu “şey” bizi koruyor, diye okuyoruz. Yazılıp, çizilenlere göre olumsuz ve negatif pek çok düşünceyi o nazar boncuğuna odaklanarak dağıttırabiliyormuşuz.
Enteresan değil mi? İnsanı diğer canlılardan ayıran en önemli farkı AKLI ise, acaba insan oğlunun yarattığı bu “nazar boncuğu”, gene insanın ya da insanların yarattığı kötü ve kıskanç gözlerin etkisini ya da etkileşimini yok edebilir mi?
Olumsuz düşünce, etkileşim ve gücün hep beraber ilişkilendirildiği bir şey, ne kadar bizi olumlu düşüncelere itebilir ki?
Düşünebiliyor musunuz? 'Aman nazar değmesin evimi kimseye açmayayım. Aman nazar değmesin bu mutlu haberi kimseyle paylaşmayayım. Aman nazar değmesin onun hayal ettiği arabayı aldım, ona söylemeyeyim. Aman Nazar değmesin, ikizde çocuğum oldu, o da hep ikiz çocuğu olsun isterdi.'
Nazar da, nazar.... derken aslında göz ardı ettiğimiz birşey karşımıza çıkar. O da gene hayata ve insanlara olan güvensizliğimiz.
Pek tabii, sizi dış görünüşünüz, ailenize olan bağlılığınız, hayata olan coşkulu bakışınız, iş hayatınızdaki ideal duruşunuz, herkesin hayal ettiği bir eşe sahip olmanız, mutlu bir yaşam sürmenizden dolayı, gıpta eden gözlerle izleyerek, “Ne kadar şanslı, keşke benim de böyle bir eşim, böyle bir evim, böyle bir arabam, böyle bir ailem, böyle bir işim olsaydı.” diye, belki gıpta eden gözlerle, belki de kıskanan gözlerle izleyen insanlar tabii ki olabilir...
Türkçemizde anlamlı bir ironik deyiş vardır, “Nazar etme ne olur... Çalış senin de olur.” :)
Burda devreye insan hayatında bir takım şeylere sahip olunmasına neden olunan şeyin, şans mı? yoksa akıl mı? olduğuyla ilgili başka soru karşımıza çıkıyor.
Pek çok insan dünyaya şanslı gelenler ve gelmeyenler diye insanları ikiye ayırarak değerlendirir. Evet doğrudur, pek çok insan birbirinden farklı imkanlara sahip bir düzenin içinde kendini bulur, hiç birşey yapmadan.
Fakat zaman içersinde herbirinin bir diğerine göre daha şanslı ya da daha şansız olduğu durumlar vardır. Önemli olan bu avantaj gibi gözüken şanslı yönlerimizden yararlanırken, dezavantaj gibi görünen şansızlıklarımızın bize olumlu yansımalarını görebilmektir.
Örneğin karşılaştırıldığında, önyargıların üstünde bolca toplandığı bir sürüngen olan yılan, ile sempatik görünüşü ve özgür duruşuyla olumlu, sempatik yorumlarımızın adresi olan kuş arasında ciddi farklılıklar vardır. Yılan, bir dağın zirvesindeki 'ödül'e sürüne sürüne, en ufak detaya kadar hissederek, görerek uzun soluklu bir sürecin içinde kalarak ulaşır.
Kuş ise tam tersi, kanatlarındaki muhteşem özellik sayesinde, pıt diye tepeye ulaşır. Hiç sürünmeden, zorlanmadan, doğanın ona sunduğu avantajlardan dolayı hiç zaman harcamadan tepeye ulaşır.
Sizce hangisi şanslı?
Zaten yılanı da sevmezsiniz değil mi? Soğuktur falan.... kuş, ne de olsa 'cik cik' diye hepimizin sempati duyduğu bir tavırla, ordan oraya konar....
Peki ya kuşun kanatlarından biri zarar görürse, hem de tam da tepedeyken.... Nasıl inecek aşağıya? Nasıl yaşayacak? Zirvesine pıt diye çıktığı dağın içinde ne olup bittiğini bilmeden?
Hangisi şanslı?
:)
Yılan belki kuşa göre çok zaman harcayacak ama, o zirvesine çıkmaya çalıştığı dağın her metrekaresini ezbere bildiği için, zirveden inmesi gerektiğinde de çıkması gerektiğinde de nerelerden geçmesi gerektiğini bildiği için, her zaman gitmek istediği yere belki sürünerek gidecek ama, eninde sonunda gidecek.
Nazar hikayesine geri dönecek olursak, hepimiz tıpkı kuş ile yılan hikayesinde olduğu gibi, bir takım olumlu ve de olumsuz özelliklere sahip olarak dünyaya geliriz. Herbirimizin diğerimize göre daha üstün, güzel özellikleri olduğu gibi, tam tersi özelliklerimiz de vardır.
Burda önemli olan nokta “Bende bu yok, onda neden var?” diye hayatın 'haksızlıklar ülkesi' olduğunu düşünerek, etrafınıza düşmanca gözlerle bakacağınıza, O elde etmek istediğiniz şey için çalışmanız ve mücadele etmeniz gerektiği bilincine sahip olmanızdan geçer.
İyi bir sporcu olmak istiyorsanız, spor yapacaksınız.
Güzel dişlere sahip olmak istiyorsanız, dişlerinize bakacaksınız ya da yaptıracaksınız.
Güzel bir vücuda sahip olmak istiyorsanız, yemenize içmenize dikkat edeceksiniz.
İyi ve başarılı olduğunuz bir iş yapmak istiyorsanız, sevdiğiniz işi yapacaksınız. Ve ona emek harcayacaksınız.
Güzel bir arabaya binmek istiyorsanız, daha çok çalışacaksınız.
'Sağlıklı bir ailem olsun istiyorum.' diyorsanız, ailenize konsantre olacaksınız.
Yani uzun lafın kısası hiç bir şey dışardan göründüğü gibi değildir. Her, 'O' sizde olmasını çok istediğiniz şeylere sahip insanlar, bunları elde edebilmek için çalışmaktadırlar. Bazen siz tatildeyken, bazen siz uyurken, bazen siz ailenizle yemek yerken.
Hayatta herşey seçimlerden ibarettir. Ya başkalarında özenerek baktığınız şeylere konsantre olarak, kendinizi eksik hissedeceksiniz. Ya da kendinize konsantre olarak, kendi sahip olduklarınızdan aldığınız enerjiyle, sahip olmak istediklerinize doğru akacaksınız.
Eğer hayat bir puzzle ise, unutmayınız ki puzzle'da eksik kalan bir parça kalmamıssa, o puzzle’la işimiz bitmiştir.
İnsanları, hayvanlardan ayıran en önemli özelliğin akılları olduğunu unutmadan, kendi hayatınızdaki eksik parçaların sizi hayata bağlayan en kıymetli şeyler olduğu bilinciyle, nazara değil de kendi aklınıza inanıp, konsantre olduğunuz ve sadece olumlu duyguların sizi hipnotize etmesine izin verdiğiniz bir ömrü, mutlu mutlu keyfiyle geçirmenizi dileriz.
Hipnotize Edilmiş, Nar Ağacı Kutsallığındaki Sonsuz Sevgilerimizle,
ENA