Hiç bir çiçeğe çok yakından baktığınız oldu mu? Her türlü sorunun cevabını doğaya yeteri kadar dikkatli ve anlamlı gözlerle baktığımızda, çözebileceğimizin farkında mısınız?
Birlikte bakıp, birlikte fark edelim?
Yakınlarınızda var olan bir çiçeğe dikkatlice bakın... Acaba hangi toprağa, hangi tohum, kim tarafından ne zaman atılmış....
Bu tohum, ne kadar zamanda kendini toprağın o muhteşem koruyucu, dingin, huzurlu oluşumu içinde besleyerek, dünyaya tüm ihtişamıyla kendini sunmaya hazır etmiş....
Acaba neden, toprağın yüzeyine ilk olarak çiçek değil de, onu koruyan yaprakları çıkar?
Neden o yapraklar, toprağın üstünde kendine ve içinden çıkacak çiçeğe yeteri kadar yer yaptıktan sonra, güneş su ve onu besleyen diğer pek çok kaynakla birlikte yapraklarını toprağa doğru rahatça bırakıverir... ?
Ve neden içinden çıkan muhteşem çiçeğin yeteri kadar olgunlaştığını gören iç yapraklar, o kale görünümündeki dik yapraklarını yavaş yavaş aşağıya doğru yumuşakça bırakır?
Çiçek hazır olduğu için olabilir mi?
.....
Hiç, bütün meyveleriyle bizi besleyen ağaçların, görsel şöleniyle bizi hayran bırakan çiçeklerin oluşmasına kaynak olan TOPRAK’a, neden Ana Tanrıça, ya da bir diğer adıyla Doğa Ana denildiğini düşündünüz mü?
:)
Birlikte hepsini cevaplayalım mı?
İnsan hayatı da, tıpkı doğa ananın kucağına atılmış tohum gibi, anne karnında kendini yavaş yavaş oluşturur... Dışardaki hayata çıkmaya hazır olduğu aşamada, dünyaya gözlerini açar... Korunmaya, beslenmeye bağımlı olmadığı noktada tıpkı ağırlığını yavaş yavaş aşağıya doğru bırakan yapraklar misali, anne ve babasının koruyucu kalkanları içinden çıkarak göstermeye başlar... Hazır hale geldiğinde de tüm ihtişamıyla sergiler...
Sonrasında o muhteşem çiçekten başka çiçekler.... başka renkler, başka kokular, başka görseller çıkar... Büyür büyür, hareketlenir..... kocamanlaşır.... Bazen içlerinden bazıları kendini yeni çıkacak çiçeklere bırakır, bazen o yeni çıkan çiçeklere yol gösterip, örnek olup kendini tekrardan doğa ananın koruyucu, dingin kollarına bırakır.... Tıpkı, bizi dünyaya getiren anne ve babamızın kendi bildikleri doğru ve yanlışları bize göstererek korudukları, sahiplendikleri gibi... ve yeteri kadar kendi çiçeğimizi ortaya çıkartabilecek güç ve güvene sahip olduğumuzu gördüklerinde yol verdikleri gibi.... Bu yol veriş, bazen sesli, bazen de sessiz olur... Ama en önemli olan noktası şudur ki, siz kabul etseniz de etmeseniz de, hayatın ve doğanın kendi kısır döngüsü içinde hem başlangıçlar hem de sonlar vardır... Doğum ve ölüm gerçeği gibi...
Bu sonlara en güzel, en sağlıklı bakabilmenin formülü ise, hakikaten istediğiniz ve seçtiğiniz hayatı yaşadığınızı kendinize kabul ettirmenizden geçer...
Nasıl mı kabullenmek.... Hemen örnek verelim....
Çoğu insan, yaşadığı hayata şöyle bir gerilere doğru sararak baktığında,
- Eğer bilseydim bu riske asla girmezdim,
- Bu adamla (ya da kadınla) asla evlenmezdim,
- Bu okulda okumazdım,
- Sakatlanacağımı bilseydim bu sporu yapmazdım,
- Bu kadar çok sevineceğimi bilseydim, kendime geçmişi hiç dert etmezdim,
- Ödeyemeyeceğimi bilseydim, bu arabayı almazdım,
- Huzurun hayattaki en kıymetli şey olduğunu bilseydim, huzurlu bir hayat yaşamak için elimden geleni yapardım,
- Ailenin hayattaki en kıymetli şey olduğunu bilseydim, bu kadar çok çalışmazdım,
- Aşkın insana enerji evren en önemli doping etkisi yaratan kaynak olduğunu bilseydim, hep aşkı yaşamaya çalışırdım......
Der, der, durur ...
Fakat şunu unuturlar, aslında ne kadar pişman olmuş gibi davransalar da, mutsuz olmuş, hata yapmış gibi davransalar da, gene geçmişe, o seçim yaptıkları ve karar verdikleri dönemlere gittiklerinde, gene aynı heyecan, aynı coşku ve aynı mutlulukla aynı seçimleri yapacaklarını çok iyi bilirler....
Çünkü biiz biz yapan şeyi seçimlerimizdir. Hepimizin seçimleri, o dönemki önceliklerimiz dahilinde tercih ettiklerimizdir... Ve öncelik vererek birşeyleri seçiyorsak, orda çok sevdiğimiz ve vazgeçmek istemediğimiz şeyler vardır...
Zaman içersinde yaşanılan bir takım sıkıntılar, sorunlar, sevdiklerimize eskisi gibi verememeye başlamamız gibi durumlar, bizi öfke dolu, gergin ve mutsuz insanlar haline getirir... Çünkü eskisi gibi olmamak, kendimizi sevmememize neden olmaya başlar... Sonrasında da kendini sevmemeye başlayan biri olarak, çok sevdiklerimize de sanki sevilmeye değer biri olmadığımızı kanıtlatırcasına kendimizi cezalandırırız... Halbuki altında yatan çok basit bir gerçek vardır...
“Seni (sizi) o kadar çok seviyorum ki.... ve o kadar çok da kaybetmekten korkuyorum ki.... en kötü sana (size) neler yaparsam seni (sizi) kaybederim ve ne zaman benden vazgeçersin(iz) .... Zaten kavgacı ve lanet bir kadın (ya da adam) olarak beni hatırlamanda fayda var ki.... Birbirimizi kaybettiğimizde benden kurtulmuş olduğunu düşün...., hayatını kolaylaştırmış olayım, en azından huzurlu olduğunu biliyim...”
Düşünebiliyor musunuz, kim gerçekten sevmediği ve tahammül edemediği biriyle birlikte, kendisini aldattığını ya da hırpaladığını bildiği halde birlikte olmaya devam edebilir ki?
Bazen çocuklar, bazen şartlar, bazen kurallar bahane edilir.... ama var olan çok önemli bir gerçek vardır ki... İnsanoğlu anne, babası ve ailesine rağmen dünyaya gözlerini, aslında tek başına açar ve eğer gerçekten birşeyi isterse bahaneleri bir kenara koyarak diğer önceliğine doğru yol alır...
Eğer bir şey sizi mutsuz ettiği halde seçiyorsanız, o şey de sizi mutsuz ettiklerinin yanı sıra, sizi çok mutlu eden ve besleyen başka şeyler de muhakak vardır... Tek yapmanız gereken şey olumsuzlara konsantre olmaktansa, olumlulara konsantre olabilmek olacaktır...
Hiç geri dönüp düşünmeyin “Acaba geri dönseydim??? diye... Bilin ki gene aynı seçimi, aynı yerde, aynı kişiyle, aynı yaşda ve şekilde yapardınız.... Çünkü bu hayatta gerçekte herşey, olması gereken zamanda ve formülde olur... Herkesinki farklıdır, ama benzerdir... Birinin yaşadığını, bir diğeri muhakak bir gün yaşayacakdır... Dolayısıyla öncelikli olarak siz önce kendinize ve kendi seçimlerinize konsantre olup, hepsinin nedenlerini, olumlu taraflarını gözardı etmeden, düşünüp netleştirin ki... Kendinize ve aynı zamanda seçimlerinize haksızlık etmeyin....
Bir ödeviniz var... :)
Hayatla ilgili yaptığınız her türlü seçimi, okul, meslek, eğitim, eş, öncelik, çocuk.... olmak üzere bir kağıda yazın ve sonrasında her birini, o zamanın şart, koşulları ve aklıyla neden seçtiğinizi düşünün... Size kattığı olumlu ve güzel herşeyi yazın... Size verdiği meyveleri ve çiçekleri düşünün....
Sonrasında da yanınızda olsa da, olmasa da bütün seçimlerinize ithafen bir mektup yazın.... Şöyle rahat rahat kendi kendinize kalıp, kafanızda var olan herşeyi boşaltabileceğiniz sessiz ve sakinlikte bir yerde... Düşünün, hatırlayın ve yazın.... Sonrasında da, “tıpkı bir annenin ya da babanın çocuğunu tüm çıplaklığıyla görebilmesi gibi... kaba davransa da onu çok sevdiğini bilecek kadar gerçekçi gözle evladına bakabilmesi gibi....” hayata sizi üzdüğünü ve kırdığını düşündüğünüz her olaya ve her insana, doğaana kutsallığında sevginiz ve aklınızla bakabildiğiniz bir mektup ya da mektuplar yazınız....
Sonrasında da her kime nasıl ve ne şekilde göndermek isterseniz, gönderiniz.... Bu bazen, bütün duygularınızı derin bir nefes alımıyla birlikte çok derinlerde hissederek olabilir, bazen de fiziksel olarak söyleyerek...
Hayat her seçim, her şart, her koşul, her konum ve her yaşda yaşanmaya bir başka değer.......
Öncelikli olarak tüm seçimlerinizden dolayı kendinizi sevip, kabul ettiğiniz, sonrasında da her türlü seçiminize, size kattığı herşey için müteşekkir olduğunuz bir hayat yaşamanızı dileriz. Çünkü hepimiz anne ve babamızın oluşturduğu toprakda tohum olduk, doğduk büyüdük, ve bir gün yeni çiçekler açıp, çoğalacağız, kalabalıklaşacağız... sonrasında da, yeni çiçeklere tüm ihtişamımızla yol verip, doğa ananın o güvenilir anne kucağına kendimizi bırakacağız.... Ruhumuzsa ebediyen yaşadıklarımız, yaşattıklarımız, köklerimiz, çiçeklerimiz, yapraklarımız ve kokularımızla hep varlığını sürdürecek.... Ebediyen.... Sonsuza dek...
Güneş Ana Sıcaklığı ve Işığındaki Sonsuz Sevgimizle...
EnaTherapia
Uzman Psikolog
Esin Nur Akyıldız